İşte sorun, sorun işte

Ama İstanbul tam bir kârhanedir, hiçbir zaman İslambol olmamıştır, fethedilmemiştir. Fetih için gelen sahabelerden, tabilerden ve tabilerinden daha dun bir hemşehriyiz bugün sadece burada.

Müslüman şehri kârhane değildir.

Çünkü laik yoktur o şehirde, çünkü ruhban yoktur o şehirde. Din bir teşkilat değildir müslümana. Galip zannın aksine; müslüman şehrinde, laik hiçbir zaman rahat edemez. Ruhbanı olmayan, teşkilatı olmayan bir din bilmez laik dediğin çünkü. Unique değil unity olarak yaşamaktan başka bir bildiği yoktur zaten acizin. Bir parantez açın: Ateist kişinin en rahat edeceği şehrin laiklerin şehri olduğu zannı yaygındır. Aksine ateist, müslüman şehrinden başka yerde rahat edemez. Hatta ateistlerin şehrinde bile. Bu parantezi kapatın.

Bugün yeryüzünde bi’tek tane bile müslüman şehri yoktur. Bütün ahalisi müslimlerden ibaret olan şehirler var, var ama onlar laiklerin şehridir. Ve sıkı durun… İstanbul islamı bol, hıristiyanı bol, paganı bol şehir olduruldu vakıa, tarihle mukayyet fakat hiçbir zaman müslüman şehri olmadı. Her zaman bir laik şehri idi. Laik şehirde diyanetin, müftünün, kardinalin, piskoposun, hahamın işi ne diyen ne dediğini bilmiyor yani… Okumaya devam et “İşte sorun, sorun işte”

89. İstanbul belli ki müslüman şehri olmaktan çıkmıştır.

Şehirlerimiz… özellikle büyük (!) şehirlerimiz “namazı terketmemek, ihmal etmemek” emir ve nasihatlerine kat’iyetle ve kat’iyetle uygun değildir bugünkü günde maalesef.

Mesela İstanbul; gündüz vakti ve hatta akşam namazları cami ve mescitlere sığılamayacak kadar insanın belli merkezlere toplaşmasını icbar eden bir şehir olmuştur. Keza bu şehrin kazalarında ise bütün o kazaların o esnada kendi ikamet adreslerinin yakınlarında bulunan sakinlerinin hepsi o kazanın cami ve mescitlerine namaz kılmak için gitseler, hiçbirini tam dolduramazlar bile.

Emir ve nasihatlerimizi tutamayacak şehirler inşa ettiğimizi söylemek acaba ne kadar tesir edecektir şu yaptığımız şehirciliği terketmemiz için?

Bu soruşturmayı her Çarşamba günü katıldığım (başta bendeniz) güya çok da seviyeli müdavimlerle yaptığımız bir talim esnasında tevafuken açmaya çalıştım. İşittiğim mukabele (!) şunu gösterdi ki; “namazından haberli olduğunu sadece namaz kılman belli etmez, hatta, namazdan haberli olmaklığın kıldığın namazdan önce kurduğun şehirden belli olur”. Zira “… ama o merkezlerin merkezinde inşa edilen alış-veriş merkezlerinde bile mescitler var” diye, beni nakzeden söz söylemeye çalışıldı, hatta muahezeye kalkışıldı: “insanlar işyerlerinde ve evlerinde de namaz kılabilmektedir, kılmaktadırlar yani herkes aynı anda camide ve mescitte namaz kılacak değil a!”… Okumaya devam et “89. İstanbul belli ki müslüman şehri olmaktan çıkmıştır.”

88. Medineyi tefeül-teşeüm arasına sıkıştırmaya medeniyet denir.

Hepten ne mal olduğu bilindi / Zaten o mal doluydu salında

Zahir ile şehir arasında, bir diğerine saklı ve diğerini belirten çıkışlar-varışlar bulunmaktadır. Ortaya çıkan, onu ortaya çıkaranla belli alış-verişler içindedir.  Bir şeyin ortaya çıkacağını hayrata yönelerek öngörmek bir yerde ve o şeyin ortaya çıkacağını şeamete mağlup öngörmek arasında ise hiçbir alış-veriş bulabilinemez. Biri diğerinde ne saklıdır ne de çıkışında-varışında diğerini belli eden işaret taşırlar. Bahusus ümit ile korku arasında kalıp sıkışmak ancak ve ancak donmayı, durmayı, sönmeyi, yeknesaklığı icbar eder, mukadderdir. Bu minvalde… meselemiz eğer “ikamet ettiğimiz yer, iskan ettiğimiz yer, iştigal ettiğimiz yer, iş-güç sahibi olduğumuz yer” ise o donukluk, duraklık, sönüklük, monotonluk tam da medeniyet denen şeydir esasen. Dolayısıyla medine ile medeniyet arasında ancak ve ancak bozmak, çarpıtmak bahsine ısrar vardır. Fakat medine ile şehir-zahir arasında ise mesuliyetin doğru, iyi, güzel niyetle niyetlenerek “isabet”, “kifayet”, “menfaat” bahsine devam vardır.

Çünkü borçlu oluşumuzun, borç ödeyişimizin şehadet makamı olan medine, borçtan doğan hesabın ibra edildiği, teslim edildiği, takdim edildiği, mübadele edildiği yerdir. Ki o ibranın, teslimin, takdimin, mübadelenin cismi olan, mecraı olan, itaı olan, ifaı olan her hal ve fiil ne şekilde tezahür ediyorsa onlar şöhret bulur. Yani şehir, medinenin meşheridir.

Burada, eğer bir zihinsel intikal boşluğu hissediyorsanız, deyişimizdeki borç yerine ödev kelimesini getiriniz. Ve şöyle söyleyebileyim: Ödevli olmayanın, ödev almayan ve tutmayanın, ödev vermeyenin medinesi yoktur ki şehri olsun. Olsa olsa mahuteleri vardır ödevsizlerin… Okumaya devam et “88. Medineyi tefeül-teşeüm arasına sıkıştırmaya medeniyet denir.”

87. Şeytan kimdir biliyor musunuz?..

Şeytan, “sorumluluk yüklemeksizin vaat saçarak” insanları ayartan bir mahluk karakteristiğidir.

Beykozlu’ya önayak olmak azmiyle arz-ı endam eden nice kişi aslında Beykozlu’nun yediği dayaktan sorumlu olanın ta kendileridirler de; o vaatlerin vaatçilerine ağızları sulanarak ve “peki bizim sorumluluğumuz ne olacak o vaadin gerçekleşmesinde” diye sormayarak ifsat ettikleri reyleriyle donatım sağlayanlar sorumsuz mudurlar?

Kolay, rahat, eli bol sürdürülecek bir yaşam talepleri uyandırmaya çalışırken mangalda kül bırakmamacasına konuştuğunu gördüğümüz mesela Belediye Başkan Adayları ve Belediye Meclisi Üyesi Adayları ve bu adayları takdim eden partilerin yönetim kurulu üyeleri… aynı sıra o adaylardan hangisini tavsiye edeceklerini ve o parti yönetim kurulu üyelerinden hangisiyle boyalarının uyuştuğunu teşhis edeceklerini araştıran, kararlaştıran dernek başkan ve yönetim kurulu üyeleri “sorumluluk yüklenmediğimiz halde önümüze getirilen cazibelere hemen atlamamızı bekleyen vaatkarın” yaptığı iş esasen nedir biliyorlar mı Allah Aşkına!? Şu “nedir” sorularının cevabını bilmeye ve o bilgiyle bilenmeye yönelmiş olana rastlamadım. Beykoz’un gazetecileri arasında da rastgelmedim öylesi kişiye. Seçmenleri arasında da…

Ağır oldu sözüm. Ağır ol bakalım diyenleri duyar gibiyim. Bana ağır ol diyenler… esasen onlar ağır olmalı ve “zahmetsiz rahmet bir tek Allah’ın elindendir” iyi bilmeli değil midirler? Cebinizden para çıkmayacak; hiçbir angarya altına girmeyeceksiniz; liyakatınız ve ehliyetiniz ve müstehakkınız olup olmadığına bakılmayacak; her hızlı her kolay her bedava her şahane hepinize yetiştirilecek diyorlar Belediye Başkan Adayları. Ama hepsi böyle konuşuyorlar, hepsi. Hayret edilecek bir şey midir yoksa bu propagandalar bir şeytanlık mıdır, nedir!? Üstelik o kadar da basit imiş ki o vaatleri gerçekleştirmek!.. ve vaadettikleri iş, oluş, tutuş, kapış, ne çok lazım, farz, vacip, şart imiş ama ne hikmetse o lazımı, farzı, vacibi, şartı hiç kimse başaramamış! Garip… Okumaya devam et “87. Şeytan kimdir biliyor musunuz?..”

86. Yobaz kimdir biliyor musunuz?..

Yobaz, “sakınmalıyız dediği şeyler ile özenmeliyiz dediği şeyler arasını tefrik edemeyen” kişidir. Beykozlu’ya önayak olmak azmiyle arz-ı endam eden nice kişi aslında Beykozlu’nun yediği dayaktan sorumlu olanların karakteristiğini haizdir maalesef.

Onurlu bir yaşam için talepleri uyandırmaya çalışırken mangalda kül bırakmamacasına konuşurken gördüğümüz mesela Belediye Başkan Adayları ve Belediye Meclisi Üyesi Adayları ve bu adayları takdim eden partilerin yönetim kurulu üyeleri… aynı sıra o adaylardan hangisini tavsiye edeceklerini ve o parti yönetim kurulu üyelerinden hangisiyle boyalarının uyuştuğunu teşhis edeceklerini araştıran, kararlaştıran dernek başkan ve yönetim kurulu üyeleri “kıvanç duymak nedir kıvanç duyuracak iş nedir” biliyorlar mı Allah Aşkına!? Şu “nedir” sorularının cevabını bilmeye ve o bilgiyle bilenmeye yönelmiş olana rastlamadım. Beykoz’un gazetecileri arasında da rastgelmedim öylesi kişiye.

Ağır oldu sözüm. Ağır ol bakalım diyenleri duyar gibiyim… Okumaya devam et “86. Yobaz kimdir biliyor musunuz?..”

85. Şehre vaziyet edişimizin yeni raconu: büyükşehir maslahatı ne emrediyor!

Yeni Büyükşehir Yasası kısadan keseden söylemiyor, demek ki bendenizin tebliğ etmesine bırakmış yasa koyucu. Yasanın hatimesine birkaç paragraf ekleyivereyim öyleyse:

Büyükşehirlerde İl Özel İdareleri mülgadır. Dolayısıyla iptali fiilen vaki il genel meclisinin kısmen muammer kısmen muhayyer üye yapısı tamamen değişmiştir. Bütünüyle Belediye Meclisi’ne tadil edilmiştir. Muhayyer kısmı bütünüyle Belediye Meclisi’ne ve muammer kısmısı ise bu meclisin tali mülki encümenine dönüşmüştür. Muhayyer kısım yerel seçimler vasıtasıyla oluşurken, muammer kısım bakanlık taşra teşkilatı heyetinden ve muhtarlardan müteşekkildir.

Yani her büyükşehir belediyesi meclisine ve o büyükşehirin ilçe belediyeleri meclislerine tabi yeni encümenlikler ihdas edilmelidir. Üç tane: Toplumsal İlişkileri Kuvvetlendirme Komisyonu, Geçim Kaynaklarını İyileştirme Komisyonu, Öğrenim İmkanlarını Geliştirme Komisyonu.

İldeki ve ilçedeki bakanlık taşra teşkilatı müdürleri, direk ilgili olduğu başlığından anlaşılan komisyona daimi encümen vazifesiyle celbedilmelidir. O komisyon, belediye meclisinden atanan biri başkan ve biri sekreter eliyle sevk ve idare edilmelidir. O komisyonlara, belediye hudutları dahilinde ikamet ve meslek icra eden gerçek kişilerden devlet memuru olmayan; sermaye şirketi hissedarı olmayan; gayr-ı menkul sermaye iradı olmayan; banka mevduatı geliri olmayan; yabancı uyruklu olmayan; 40 yaş altında olmayan; milletvekili olmayan; dernek-vakıf-sendika-parti yöneticisi olmayan; maaşlı danışmanlar ve hakemler getirilmelidir… Okumaya devam et “85. Şehre vaziyet edişimizin yeni raconu: büyükşehir maslahatı ne emrediyor!”

84. Düdüklerin, hödüklerin, güdüklerin cebinde şehir.

Yönetici olmak istiyorsun, hazır yöneticilerin kötü işlemesinden şikayetçi olduğun halde, sözüm geçmiyor diye susup duruyorsun ama.

Yine… yani kaybedeceğin aşikar ise de “önermediğin ve önerine uygun girişmediğin” telaşelere para harcıyorsun, vaktini harcıyorsun, emeğini harcıyorsun. Seni adam sananların sana hazırlayıp bildirdiği fakat şikayetçi olduğun kişilerin önünde bile aslında akıl erdirememen yüzünden öneremediğin işlere kulak asmaksızın geçirdiğin günler sonunda fatura sana kesildiğinde ne yapıyorsun? Sanki sende hiç kabahat yokmuş gibi bıdı bıdı, küfür müfür saydırıyorsun “casus belli”ye. Ama yüzlerine değil. Gıyaplarında sayrıdıyorsun. Kime içini döküyorsun peki! “projelerini, ihtarlarını” dinlemediğin halde sana adam muamelesi yapanlara içini döküyorsun.

Ulan dürzü vaktini, paranı, emeğini o içini döktüğün adamlara harcasaydın, harcadıkların boşa gitmeyecekti ya. Boşa gideceğini bile bile harcayan sen değil misin? Çapsız düdük. Zirzop cengaverler bile senden daha çok hak sahibidir şikayet etmede. Kapa çeneni, otur oturduğun yerde ağzımı bozdurma benim.

Yönetici olmak istiyorsun, hazır yöneticilerin iyi işlemesi dolayısıyla sana sıra gelmeyeceğine göre, sözüm geçmeyecek diye geri duracaktın elbet. Sen demek ki, “alemle gelen düğün bayram” diyenlerden birisin. Siyaset senin neyine, nerene! İyide de kazanmanın peşindesin, kötüde de kazanmanın peşindesin. Birileri gelsin seni kullansın diye boyanıp meydan eziyorsun. Sırf fiyatın yükselsin diye harcama yapıyorsun… Okumaya devam et “84. Düdüklerin, hödüklerin, güdüklerin cebinde şehir.”

83. Bir senet bir amed: şehir istinat, insan itimat.

Bir işin önce hak ve neticesinin hayırlı olduğuna inanılmasına bakılır. Bu ümit dediğimiz şeydir çoğunluk. İnanarak istemek. Niyet etmek ve işlemek ikinci sıradadır. “Hani niyetlenen, hani işleyen! Bana mı kalmış ümit beslemek, ümit gütmek?” Böyle söyleyene ma nahnu ileyh ümitsiz değil, hatta muarız demek gerek. Mümkünü ve cariyi/vakiyi tercih ettiği için bir imkanın ümide bir ümidin imkana tebdilini istemiyordur. Onun istediği başka şeydir.

Ümit edince olur. Olmuyorsa ümit edeni yoktur. Bu hükmümüz risalet esnasındaki ve Resulullah’ın irtihalinden hemen sonraki hadiselerden ispatlıdır.

Hatırlayalım. Ficar Savaşları olmuştur risaletten önce. Hatta Resulullah’ın tebliğle vazifelendirilmesinden önce sağlığında olmuştur bir örneği. Ve Hz. Muhammed de katılmış, taraf durmuştur bir meselede. Savaşmıştır. Zayıf iseler de değilseler de zulme, hileye, gasba karşı duran tarafa ehl-i silah deniyor Arap kültüründe. Bunların tutumlarını da hılfu’l-fudul tavsif ediyor Araplar.

Fakat bu tarafgirlikler daimi müesseseleşemiyor. Mevzi ve muvakkat kalıyor. En fazlası, müelliflerinin ömürleri kadar sürüyor. En uzun sürdüğü bilineni Ehabiş ismiyle maruf. Bir birlik. Bunun, arkasında kan bağı da vardı, iktidar hırsı ittifakı da vardı diye teşhis edip, pek öyle “hakkı tercih” hareketi sayılmayacağını iddia edenler var. (Ehabiş: Hz. Muhammed’in dedelerinden Kusay’ın Mekke Emiri olmak için giriştiği mücadelede onu destekleyenlerin ahitleşmesiyle oluşmuş bir ittifaktır. Sonrasındaki zamanlarda yaşanan ficar savaşlarında, hep, aşırı gidenlere karşı faaliyet gösteren kimseler tarafından; tarafsız kalanların “hani siz Ehabiş azalarının çocukları değil miydiniz” muahezesiyle hatıra getirilmiştir.) Hakikatine ve hayrına inanıldığı için değil ve fakat çoğunca “bu iş tutar” hesabına güvenildiği için serdedilen şecaatlerden haberdarız yani… Okumaya devam et “83. Bir senet bir amed: şehir istinat, insan itimat.”

82. Beykoz’da yetişen yok mu da Beykoz’a yetişen çıkmıyor!

Bugün Türkiye “savrulanlar diyarı” olan şehirlerin güdümünde sürüklenmenin sancısını çekiyor. Beykoz örneğinde, manzaranın bu surette olduğunu ispat etmek gayet mümkün.

Beykoz’u, Beykoz’a fırsatlar bulmak üzere savrulan sureta Beykozlular’ın ürettiği Beykoz marka sorunlar sayesinde iş bulmak üzere diğer Beykoz’a savrulan güya Beykozlular sevk ve idare etmektedir. Sureta Beykozlu ve Güya Beykozlu doludur Beykoz, maalesef. Arada derede hiçbir etliye sütlüye karışmayan Adeta Beykozlular var biraz da. Fakat gündüz vakti mumla Gerçek Beykozlu aransa yeridir.

Adeta, güya, sureta Beykozlu ama gerçekte Beykoz’dan şikayet edenler, Beykoz’u şikayet edilir şu hale sokmaktaydılar… sokmaktadırlar.

Konfeksiyon mahsulü kıyafetler ve pabuçlar içine nasıl oluyor da sokuyorsak bedenimizi, Beykoz da o emsal bir beden. Ömründe hiç giymeyeceği elbiseye kumaş kesen, sonra kendisinin beğenisine hiç arzetmediği tasarıma göre o kumaşı biçen, yine hiç de kendi tecrübesiyle tercih etmediği şekil ve yolla diken fabrika işçisi gibidir hemşehrilik dediğimiz şey bugünkü günde Türkiye’de… Okumaya devam et “82. Beykoz’da yetişen yok mu da Beykoz’a yetişen çıkmıyor!”

81. İki yalanın arasında kaldı şehir: “sorumsuzu” yetkili tutan ve “hukuksuzu” etkili kılan.

Kanunlar habire değiştiriliyor. Biri kaldırılıyor biri getiriliyor. Ama tutmuyor, beğeni duyurmuyor mütemadiyen. Şu içinden çıkılmaz hallere de “kanun enflasyonundan” dolayı düştüğümüzü ihsas ederek, ezberden, “hukukun üstünlüğü”ne itimattan başka çare yok tedavisi öneriliyor. Lakin “hukukun üstünlüğü” tabirine amed olur cinsten herhangi sıfat ve fiil teklif edilemiyor.

Ne telaffuz edilse o yolda, o şey, bir sorumluluk tarifine de bir hukuk tatbikine de yakışmıyor ve yanaşmıyor çünkü. Marufu ve münkeri teşhis kuvveti veren bir sünnet ve kitap yok farzedildikte; tarihten tezkiyeyi tahriç için lazım gelen dürüstlüğe müracaat edilse bari.

Edilmiyor mu? İnsan Hukuku, Çocuk Hukuku, Çalışan Hukuku, Hayvan Hukuku… ilahiri bunlar “Uluslararası Dürüstlük Hukuku” tanzimatından birer şube değil mi! Eğer öyleyse Türkiye’den herhangi davaya herhangi ülkeden bir hakimin bakmasının önünde ne engel var peki! Olur mu olmaz mı?

Olmaz. Çünkü Adliye UEFA veya FIFA benzeri bir federasyonun altına sokulabilinmez sayılıyor. Falanca ülkenin filanca ülkenin vatandaşları kendi mahalle veya şehirlerinde ha oynayan ha yaşayan birer oyuncu değildir de ondan mıdır acaba adliyenin kulüpten farkı? Değil midir sahi! Kim bilir… Neyse şu bellidir zahir: Bugün dünyada “muahezeten devlet” tescilleri vardır. Sicili de BM’’dedir. Bu yüzden, şimdilik ülkeler “devlet ittihazı” altında yani “konfederasyon” üyesi sayılmaktadırlar. Konfederasyon toprağı yazılmamış duran ülkeler ise aşikar yağma yeridirler… Okumaya devam et “81. İki yalanın arasında kaldı şehir: “sorumsuzu” yetkili tutan ve “hukuksuzu” etkili kılan.”